Pages

9 Şubat 2014 Pazar

İKON: Francesco Totti

Modern Roma’nın tanrısı, Güney tribünün gözdesi, yaşayan futbol efsanesi… 38 yaşında bile takımın en güçlüsü olarak kalabilen, sonsuzluğa doğru yürüyen Sarı İlah!
929528_w2

Roma’da yağmurlu bir akşam, sokaklar ıslak ama çocukların pek de umrunda değil… Onlar için Roma’nın gelir seviyesi en düşük mahallelerinden biri olan Porta Metronia’da yapılabilecek en güzel şey taştan kaleler ve dikişleri patlamış bir topla futbol oynamak. Topun taşlarda seken sesini ve çocukların bağırışmalarını ise evlerden birinin camından çıkan ses bölüyor. “Francesco, ne derslerine bakıyorsun, ne yemek yiyorsun; artık eve gel!” Ama sese kulak asan yok! Francesco bu sesi duymazdan geliyor, çünkü arkadaşları onun ismini “Giuseppe” olarak biliyor. Çünkü Roma’nın efsane ismi Giuseppe Giannini gibi olmak istiyor. Annesi, onu eve gitmeye ikna edecek son bir çağrı daha yapıyor: “Gelirsen seni semtin takımına yazdıracağım.”
Henüz dokuz aylıkken tanıştığı meşin yuvarlakla, çocukluğunda da bir gün hayatının tümü olacakmışcasına oynadı Totti. Yaşıtları ısrarla çizgi film izlerken, o devamlı futbol topunun peşindeydi. Ağabeyi Riccardo’nun arkadaşlarının arasında fiziken ezilirdi ama bu durum pek de umrunda değildi.
Annesi verdiği sözü tutu ve 1984 yılında sekiz yaşındayken, ağabeyi Riccardo ile birlikte Francesco’yu semtin takımı olan Fortituda’ya yazdırdı. Artık çok mutluydu… Ta ki ağabeyinin yaşadığı o talihsiz güne kadar. O gün Riccardo’nun ayağı tam üç yerden kırılmıştı. Riccardo bir daha futbol oynayamacaktı.
Gözünün önünde gerçekleşen bu olay Francesco’yu daha da hırslandıracaktı. Semt takımında kendini kısa sürede gösteren Francesco, iki yıl Smit Trastevere, üç yıl da Lodigiani gibi mütevazı takımlarda forma giydi.
Yine harikalar yarattığı antrenmanlardan biriydi ama bu defa onu izleyenler arasında Milan’ın scout’ları da vardı. Temsilciler, antrenmandan sonra soluğu antrenörün yanında almış, onu altın saçlı çocukla ilgili soru bombardımanına tutmuşlardı. “Francesco” demişti antrenörü, “Adı Francesco Totti…
Scout’lar Totti’nin Milan altyapısına kazandırılması için işlemleri başlatmaya hazırdı. Eğitim masrafları, kalacak yer ve tabii ki ülkenin en büyük kulüplerinden birinin formasını giyme şansı… Ancak anne buna karşı çıktı. Onu bu kadar erken yaşta yanından ayırmak istemiyordu.
Roma kulüplerinin onu farketmesi de uzun sürmedi. Önünde iki seçenek vardı; Lazio ya da Roma! Totti daha sonra o günleri şu sözlerle anlatacaktı. “Annem ve babam Roma ya da Lazio’dan birine gidebileceğimi söyledi. Ardından annem tuttuğum takım olan Roma’yı seçti. Eğer Lazio’yu seçseydi sanırım onu öldürebilirdim!”
1989 yılında, hayallerine kavuştu ve Roma’nın genç takımına transfer oldu. Orta sahanın ortası, forvet arkası ve İtalyanların “trequartista” dediği gole dönük 10 numara pozisyonlarında şans buldu.
16 yaşına kadar minik takımda oynayan Totti’nin artık bir üst kademeye çıkması gerektiğini düşünen antrenörler onu genç takıma yükseltti. Öyle bir yükselişti ki bu, durmak bilmiyordu. 1993 yılında daha 17 yaşındayken takımın teknik direktörü Sırp isim Vujodin Buskov, her geçen gün daha çok çalışan Totti’yi A takıma aldı.
Soğuk bir bahar günü, rakip Brescia’ydı. Dakikalar 87′yi gösterdiğinde kalkan tabela, arkasında “Totti” yazan formasıyla ilk kez Roma formasını terleteceğini simgeliyordu. 16 yaşında hayatının baharında takımı 2-0 öndeyken tecrübe kazansın diye oyuna giriyordu. Totti o günden “Hayatımın en önemli anı” diye bahsedecekti.
1994 yılında ise çocukluğunda kendisini idol olarak seçtiği ve kendisine koyduğu ismin sahibi Giuseppe Giannini, Totti için şöyle diyordu: “O benim veliahtım!”
Carlo Mazzone’nin takımın başına gelmesiyle daha çok maça çıkacaktı Totti. 4 Eylül 1994′te daha 18′ine bile girmemiş altın sarısı saçlı çocuk, takımın ilk 11′inde yer buldu. Foggia ile oynanan sezonun açılış maçında, altıpas çizgisinin oradan kendisine gelen topu sol ayağıyla filelerle buluşturuyordu. “O andan sonrasını hayal meyal hatırlıyorum” diyor Totti. Kariyerinin ilk golünden sonra yaptığı tek şey de zaten pek hatırlamak istemeyeceği cinstendi: Şuursuzca sağa sola koşmak!
Tabii bu yeteneklerinin farkına varan sadece kulüp yetkilileri değildi. Milli takımın U-18 yaş kategorisi teknik direktörü Cesare Maldini, Roma altyapısına girdiği günden bu yana giydiği İtalya formasını terletmesi için onu 1995′teki Avrupa 18 Yaş Altı Gençler Şampiyonası’na götürdü. Totti muazzam işlere imza atsa da finaldeki golü yetmedi ve İspanya’ya 4-1 kaybettiler. Kaybeden takımdan da olsa maçın adamı seçilmesini bildi.
Bir sene sonra ise milli takımla gideceği turnuva U-21 Avrupa Şampiyonası olacaktı! Fransa karşısında attığı golle takımını finale taşıyan Totti’nin ve takımının rakibi yine aynıydı: İspanya. Finalde attığı golle maçı penaltılara taşıyıp orada da kupayı kazanan İtalyanlarda Totti, yine kilit rol oynayan oyuncuydu. Kariyerinin ilk kupa sevincini de böylelikle yaşamış oluyordu.
Totti’nin kariyerinin en önemli dönüm noktalarından biri de Roma’nın başına 1997 yılında Zdenak Zeman’ın gelmesiydi. Kurt hoca, ofansif bir kurguyla oynatmaya başlayacağı takımda en güvendiği isimlerden birinin Totti olduğunu açıklıyordu. Zeman’ın onun müthiş oyun zekasını, duran top yeteneğini, yaratıcılığını ve hırsını fark etmesi zaman almıyordu. O da 4-3-3 formatında oynattığı Zeman’ın Roma’sına müthiş bir uyum sağladı ve iki sezonda 30 gol attı.
Olimpiyat Stadyumu, daha önce hiç olmadığı kadar bir oyuncuya sevgi duyuyordu. Her maçta ona özel pankartlar hazırlayan taraftarlar, Totti’ye yaşından da feyzalarak “Küçük Prens” lâkabını takıyordu. O da bu lâkabın hakkını verircesine 1998-99 sezonunun ardından İtalya’da yılın genç oyuncusu seçiliyor ve o genç yaşına rağmen takım kaptanlığına kadar yükseliyordu.
Sakat ve cezalı olduğu maçları küçükken babası ve ağabeyiyle gittiği güney tribününde izlemesi nedeniyle, Romalı taraftarlar onu haklı olarak tribünlerin saha içindeki aynası olarak görüyordu. Hepsi artık biliyordu ki 90 dakika susmayan bir taraftar grubu varsa, 90 dakika saha içinde canını dişine takarak oynayacak bir futbolcusu; Totti’si vardı Roma’nın. Onlar için Totti yoksa parti de yoktu. “No Totti No Party!”, Totti’nin oynamadığı bir maçtan sonra dillere pelesenk olmuştu.
Tribünden gelmenin sahada elbette yansımaları da olacaktı. Roma’nın ezeli rakibi Lazio ile oynanan bir karşılaşmadan sonra  ”Sizi yine alaşağı ettim çocuklar!” anlamına gelen, “Vi ho purgato ancora” yazan tişörtünü formasının altından göstermesi, Roma tribünlerinde Totti’ye olan sevgiyi inanılmaz boyutlara getiriyordu.
2000 yılında yılın genç oyuncusu ödülünü kazandıktan sonra Capello yönetiminde bu kez “İtalya’da yılın oyuncusu” ödülünü kazanıyordu. Ligi pek iyi yerde bitiremeyen Totti’nin aklında ise başka bir şey vardı. Çağırıldığı ama gidemediği 1998 Dünya Kupası’nın ardından ilk ulusal turnuvası: Euro 2000!
Belçika ve Hollanda ortaklığında düzenlenen turnuvaya gidecek kafilede adı yazılan ilk isimlerden olan Totti, ilk ulusal tecrübesini tadacaktı. Gruplarda Belçika’ya ve çeyrek finalde Romanya’ya, yarı finalde ise Hollanda’ya attığı gollerle takımının finale gelmesinde büyük rol oynayacaktı. Finale gelindiğinde ise 1998 yılında evinde dünya şampiyonu olan Fransa rakipti. Maçın son dakikasına 1-0 önde giren İtalya’da, kulübedeki oyuncular kol kola girmiş ve İtalya’yı sokağa dökmek için sahaya girmeye hazırdı. Totti, önünden geçen topu taca bıraktığında muhtemelen hakemin son düdüğünü çalacağını düşünüyordu. Ancak işler pek de öyle olmadı, Barthez’in içeriye şişirdiği topu Wiltord filelerle buluşturdu ve maç uzatmalara gitti. Totti o andan “Ne olduğunu anlayana kadar kupayı kaybetmiştik” diye söz ediyor. Trezeguet’nin altın golüyle Fransa kupaya uzanırken, Totti bir kez daha finalde kaybeden ama maçın oyuncusu seçilen adam oluyordu. Ertesi gün ülkedeki gazeteler “Her şey için teşekkürler Totti ve arkadaşları” manşetleriyle gümüş madalyanın en büyük sahibine hakkını teslim ediyordu.
Kulübünün yeni sözleşme teklifinin dışında, Avrupa’nın bütün devleri onun peşindeydi. Sarı saçlı prens ise hiçbir teklife aldırış etmedi; kendi kulübüne bile! Onun aklında sadece Capello’nun koyduğu “şampiyonluk” hedefi vardı. Totti ve arkadaşları o sezon adeta tarih yazmaya kararlıydı. 75 puanla Juventus’u geçip şampiyon olduklarında artık Totti’nin yeni bir lâkabı daha vardı:  “Il dio biondo”, yani Sarı İlah!
Yeni imzaladığı sözleşmeden sonra İtalya’nın en çok kazanan oyuncularından biri olması, onu medyayla ters düşürür hale getirmişti. Şampiyonluğun ardından geçen kötü sezonun ardından 2002 Dünya Kupası’nda da Güney Kore karşısında oyundan atıldıktan sonra basınla arası iyice bozuldu.
Euro 2004′te tüm maç boyunca kendiyle uğraşan Danimarkalı Poulsen’e tükürdüğünün tespit edilmesiyle üç maç ceza aldı ve İtalya gruptan çıkamayınca “Aptal sarışın” olarak lanse edildi. Hatta kendisiyle öylesine alay edildi ki, Totti zekâsını kullanıp bunu bir yardıma çevirdi. “Totti’nin Fıkraları” adını verdiği ve içinde “Totti bir gün mahkemededir. Hakim Totti’den savunma ister. Totti de Panucci, Mancini, Chivu, Candella der…” gibi esprilerin bulunduğu kitaptan elde edilen yaklaşık 1 milyon dolarlık geliri Unicef‘e bağışladı.
Totti zor günlerden ise evleneceği kadınla tanıştığında kurtuluyordu. İtalya’nın medyatik güzellerinden Ilary Blasi ile bir kaza sonucu restoranda tanıştı. “Eşin benzerin yok” yazılı bir tişörtle sahaya çıktığında herkes bunu bir evlilik teklifi olarak algıladı. Tüm Roma’nın ve basının önünde evlendi. Evlendikten sonra da baş parmağını emme sevinci çıkageldi. Çocuğunun doğuşunu simgeliyordu.
2006′daki Dünya Kupası öncesi Pele, belki de tutacak tek kehanetini açıklıyordu. “Kupayı Brezilya alırsa şaşırmam ama Totti damgasını vurur.” Kupayı İtalya dramatik bir sonla Fransa’nın elinden alırken Totti de turnuvadaki performansıyla Azzurri için yıldızlaşıyordu.
Dünya Kupası’nın ardındaki sezona da damgasını vuran Totti, 26 golle kariyerinde ilk kez gol kralı oluyordu. 30 yaşında elde ettiği bu krallık ve kazandığı altın ayakkabı, kendisi hakkında “Acaba kariyeri düşüşe geçecek mi” diye düşününlere tokat niteliğindeydi.
Saha içinde ve dışında türlü vukuatları olan Totti’nin karıştığı olaylardan en bilineni ise 2010 yılında Balotelli’ye attığı tekmeydi. Dokuz sene sonra gelecek şampiyonluğun adeta kaçmasına sebep olan ve Laziolu futbolcuların deyim yerindeyse kendilerini fazla kasmadan yenildikleri Lazio-Inter maçından sonra Roma, Inter’e konuk oldu. Maçın son bölümlerine önde giren Inter’in şımarık çocuğu Balotelli’ye tüm gücüyle vuran ve adeta hafta sonunda oynanan maçın intikamını alan Totti arkasına bile bakmadan soyunma odasına doğru yürüyordu. Bu tekmeden sonra Cruyff’un “İtalya’da fakir gençler için iki meslek vardır, ya futbolcu olursun ya da kasap. Futbolcuların çoğu da kasaptır”sözünü hatırlatan Interli ve Lazio’lu taraftarlar, Totti’yi günah keçisi haline getirmişti.Romalı taraftarlar ise tekmeden memnundu, çünkü tekmeyi atan tribündeki Totti’ydi, sahadaki değil!
Şehri kuran Remus ve Romulus kardeşlerden sonra Totti, şüphesiz Roma şehri için en önemli karakter. Daha 40′ına gelmeden 20 yıldan fazlasını verdiği Roma için ise kariyerinin sonuna yaklaşırken şöyle diyor Totti: “Sizi tribünde görüyorum ve beni izlediğinizi hissediyorum. Size kim olduğumu 90 dakika içinde anlatamam ama bütün yüreğimle doldurduğum bir 90 dakika verebilirim. Bir futbolcu olarak tüm kariyerimi size verdim. Hepinize teşekkür borcum var. Bana birine verilebilecek en saf hediyeyi verdiniz: Mücadeleye devam etme gücü!”
Roma Olimpiyat Stadyumu yıkılır mı bilinmez ama Totti’nin sahaya son kez çıkacağı gün, orada olmak için tüm hayatını feda edecek Romalılar var! Böyle bir efsaneyi izleyenlerin ileride muhtemelen anlatacak çok şeyi olacak…

0 yorum:

Yorum Gönder