O, muhteşem sol ayağıyla Dünya Kupası’na renk katan, Avrupa’nın son büyük oyun kurucusuydu!
Lionel Messi, Cristiano Ronaldo, Kaka… Eskiden olsa onlar da ileri ikilinin arkasında serbest oynayan, kendilerinden sadece pozisyon yaratmaları istenen oyun kurucu görevini üstlenirlerdi. Şimdilerdeyse kanatlardan da bindirme yapmakla görevli ikinci forvet olarak oynuyorlar. Geleneksel oyun kurucular artık tarih oldu. Juan Roman Riquelme, Boca Juniors’ta hüküm sürmeye devam ediyor ancak başka bir futbol coğrafyasında bunu başarması mümkün değil. Luka Modriç bile artık ileri ikilinin arkasında oynamıyor.
Sonun başlangıcı büyük ihtimalle gol kıtlığı yaşanan İtalya 90 ve pek tat vermeyen Euro 92 arasında bir zamanda patlak verdi. FIFA, takımların defansif yönde fazla yoğunlaşmalarından dolayı öylesine endişelenmeye başlamıştı ki akabinde geri pası kaldırdı ve arkadan yapılan müdahaleler konusunda sıkı yaptırım uygulama kararı aldı. Yine de oyun kurucular için güneşin batmaya başladığı bu zamanlarda bazı yıldızlar parlamaya devam ediyorlardı.
Diego Maradona, Napoli’de kazanmayı sürdürüyor, Danimarka Michael Laudrup’la hayat buluyor, Dragan Stojkoviç Yugoslavya’yı sırtlamış götürüyor ve Belçika’da Enzo Schifo fırtınası esiyordu. Bu sıralarda Rumenlerin modern çağda Avrupa’nın en harika oyun kurucusu olduğunu iddia ettikleri bir adam izleyenleri büyülemeye başlamıştı:Gheorghe Hagi.
Teknik direktörlük konusunda başarı yakalamak için yeterli donanıma sahip olup olmadığı tartışmaları veya ne kadar mükemmel bir oyuncu olduğu gerçeği bir yana, Bükreş’te insanların Hagi’ye olan hürmetleri inanılmaz boyutlarda.
Hustler yedi sene önce Romanya edisyonunu çıkarmaya başladığında kapak için pornografik bir resim değil, Hagi’yle yaptıkları özel röportajı kullanmışlardı. Daha sonra Hagi’nin röportajı hangi dergi için yaptığı hakkında yeterince aydınlatılmadığı konusunda ısrar etmesi ve olayın ailesi için bir utanç kaynağı olabileceği korkuları yine de kapak yıldızı olarak onun seçildiği gerçeğini değiştirmiyor: Gheorghe Hagi, Romanya’da gelmiş geçmiş en sevilen ünlü.
Gheorghe aslen Doğu Avrupa’da, Roma birliklerinin Latinleştirdiği Balkanlarda bir zamanlar yaşamış olan insanların şimdiki iki milyon Arumen torunundan birisi.
Hagi’nin büyükbabası Birinci Dünya Savaşı sonrası sınır anlaşmazlıkları baş gösterdiği zamanlarda zulüm gören, Yunanistan’dan Romanya’ya kaçan ve Karadeniz’e kıyısı olan Constanta şehri yakınlarındaki Sacele köyüne yerleşen 40.000 Arumenden biriydi. Hagi için birçok Arumen gibi çoban olan büyükbabasıyla geçirdiği zamanların büyük önemi var.
Hagi’yi sporla tanıştıran, oynaması için atkuyruğundan top yapan büyükbabasıydı.
Genelde kendinden büyük çocuklarla oynardı Hagi ve cılız olmasına rağmen yeteneği sayesinde onlara üstünlük kurması sürekli sorun yaşamasına sebep olurdu.
İlerde Hagi’ye “Karpatların Maradonası” takma adının verilmesine sebep olacak sol ayağından ilk nasiplerini alanlar da onlar olmuştu.
Hagi’nin futbol kariyeri önündeki diğer bir ciddi engel de babası Iancu’ydu.
Hagi önce Constanta’nın yerel kulübü Farul’un dikkatini çekti, 15 yaşına geldiğinde de güçlü bir milli takım oluşturabilmek amacıyla Bükreş’teki yetenekli gençleri eğiten önemli bir okul olan Luceafarul’a davet edildi. Ne var ki Iancu’yu ikna etmek mümkün değildi; futbol federasyonundan yetkililer Constanta’ya kadar gelip onunla yüz yüze konuşana kadar da oğlunun başkente gitmesine izin vermedi.
Ne kadar büyük bir okul olsa da, Luceafarul’daki tesisler yeterli değildi. Çocuklar farelerle dolu bir yurtta kalıyorlardı.
15 yaşına geldiğinde Hagi, Montaigu’da Fransa’yla yapılan maçta Romanya genç milli takımı formasını ilk defa giyme fırsatını yakaladı. Maçtaki performansıyla bazı yabancıları etkiledikten sonra gelen teklifleri değerlendiremedi çünkü Romanya’da o zaman yürürlükte olan bazı yasalar çocukların ülkeden ayrılmalarını engelliyordu.Ancak Hagi durum böyle olmasaydı bile ayrılmayacağını söylüyor:
Bu kulüplere imza atmak yerine Hagi 16 yaşında Constanta’ya geri döndü ve genç takımda geçirdiği kısa bir zamanın ardından 1982-83 sezonunda A takıma yükseldi. İlk teknik direktörü Iosif Bukossy onun için “Bu çocuğu iyi izleyin” dediği günü daha dün gibi hatırlıyor:
Fakat Farul bulunduğu ligi dördüncülükten daha iyi bir sırada tamamlamayı başaramamış küçük bir ekipti. Bu sebeple Hagi’nin takımdan ayrılışı da kaçınılmazdı. Yapılan bir anlaşmayla Universitatea Craiova’ya transfer olan Hagi daha sonra büyük ihtimalle diktatör Çavuşesku’nun oğlu Nicolae’nin olaya dâhil olmasıyla Sportul Studentesc’in yolunu tuttu.
Yetenekleri konunda kendisinden şüphe duyulmuyordu. Ancak 1.70’lik boyu ve standart sporculara oranla kalbinin ve akciğerlerinin yeterince gelişmiş olmaması konusunda kafalarda bazı soru işaretleri oluşmaya başlamıştı. Hatta bir süreliğine her maça çıkmadan önce sahada geçireceği olası rahatsızlıklardan kulübün sorumlu olmadığını kabul ettiği bir form doldurmak zorunda kaldı.
Top ayağına geldiğindeyse kimse onun karşısına çıkmak istemiyordu. Dört sezonda çıktığı 107 maçta 98 gol kaydetti. 18 yaşına geldiğinde Norveç’le yapılacak bir hazırlık maçı için milli takıma çağırıldı ve bu maçtan yaklaşık iki sene sonra, Kuzey İrlanda’yla yapacakları Dünya Kupası eleme maçında sahaya ilk defa kaptan olarak çıktı. Fakat şöhreti o zamanlar hızlı yayılmayan Hagi 19 yaşındayken Transilvanya’nın Sibiu adlı kasabasında polis tarafından aranan bir hırsıza benzediği gerekçesiyle gözaltına alındı.
“Nicu” Nicolae Çavuşesku’nun hegemonyasına karşın Sportul büyük turnuvalarda mücadele etme konusunda sadece hayal kurabiliyordu. Bir süre sonra Hagi’nin sportif direktörlüğünü Nicu’nun kardeşi Valentin’in yaptığı güçlü ekip Steaua Bükreş’e transferi kimseyi şaşırtmamıştı.
Bu transferin tek beklenmedik yanı Steaua’nun Şampiyonlar Ligi’ni kazanmasından sonra gerçekleşmesiydi. Aslında Hagi, Steaua’ya sadece Dinamo Kiev’le yapılacak Süper Kupa karşılaşmasında oynamak üzere tek maçlığına kiralık olarak gönderilmişti ama maçtaki tek golün çektiği güzel frikik golüyle onun ayağından gelmesi sebebiyle geri gönderilmedi.
Nihayet güçlü bir ekipte forma giymeye başlayan Hagi kendisini daha da geliştirme fırsatı buldu. Avrupa şampiyonu olan ekipte Hagi konusunda bazı rahatsızlıkları olan birkaç oyuncu bulunuyordu fakat Valentin “O bireysel anlamda çok yetenekli bir futbolcuydu” diyerek Hagi’nin takım için olan öneminin onun için o zamanlar daha değerli olduğunu belirtiyor.
Bu rahatsızlıklara rağmen Steaua oynadığı takım oyunuyla ligde fırtına gibi esmeye devam etti ve 104 maç boyunca mağlup olmayarak Hagi’nin gelişinden önce kaldırdığı iki şampiyonluk kupasına üç tane daha ekledi. Steaua’nun Şampiyonlar Ligi’nde bir yarı final bir de final görmesi, 1986’da Barcelona karşısında alınan galibiyetin hiç de haksız olmadığını kanıtlarken, komünizmin yıkılması ve Romanya’nın sınırlarının açılmasıyla Hagi yurt dışından gelen teklifleri artık dikkate almaya başlamıştı.
Futbol kadar hayatı da çok sevdiğini 1989 kışında Constanta yakınlarında bir otobanda fark etti Hagi. Yakın arkadaşı Darius Handrea’nın sürdüğü araba buzlanan asfalt yüzünden yoldan çıktı ve takla attı. Hagi’nin dediğine göre o kazadan sonra arabadan nasıl çıktıklarını hatırlamıyorlar:
1988’de Juventus’la anlaşmak üzereyken transferi gerçekleşmeyen Hagi 1990’da Real Madrid’e imza attı fakat kara bulutlar o daha kulübün kapısında girmeden üzerinde toplanmaya başladı. Hagi iyi bir Dünya Kupası geçirmemişti ve İrlanda Cumhuriyeti’nin sağlam defansı karşısında varlık gösterememesi Romanya ligi dışında bir başarı yakalayamayacağı şüphelerini doğurdu.
Sadece üç gol bulabildiği 1990-91 sezonunda ve Steaua’da ona sahip çıkan ortamdan ayrıldıktan sonra zorluk çektiği yeni evi Madrid’de işler Hagi için iyi gitmedi. Sonraki sezon daha iyi oynayıp 12 defa ağları havalandırsa da, sezonun son maçında Tenerife karşısında bir gol atan bir de asist yapan Hagi, Madrid’in maçı 3-2 kaybetmesini ve akabinde şampiyonluğu Barça’ya kaptırmasını engelleyemedi.
Osasuna maçında topu kendi yarı sahasından alıp yaptığı muhteşem koşu sonrasında attığı golse Bernabeu tarihindeki en unutulmaz gollerden biri olarak kabul ediliyor.
Madrid’den ayrıldıktan sonra Mircea Lucescu’nun Ioan Sabau ve Florin Raducioiu’yla birlikte Serie A ekibi Brescia’da gerçekleştirdiği Rumen devrimine katıldı.
Fakat Hagi, Brescia’da da bekleneni veremedi. 1993’te Serie A’ya yükselen ekip 1994’te tekrar küme düştü.
Bu acı tecrübeyi Hagi’nin ABD’deki Dünya Kupası’nda oynadığı harika futbol takip etti. Grup maçında Oscar Cordoba’nın kalesini koruduğu Kolombiya’ya attığı mükemmel golse asla hafızalardan silinmedi.
Hagi kariyerinin zirvesine Romanya’yı Arjantin karşısında alınan 3-2’lik galibiyette attığı gol sonrası çıktı. Sonraki maçtaysa İsveç, Romanya’yı penaltılarla turnuva dışına itti. Hagi ikinci bir penaltılar hayal kırıklığından sonra oldukça sinirlenmişti:
Dünya Kupası’ndaki performansı sonrası bu defa Barcelona, Hagi’ye bir şans tanımaya karar verdi ancak İspanya’daki ikinci baharında da işler Hagi için yolunda gitmedi.
Ve böylece Hagi’nin Batı Avrupa’daki kariyeri de son buldu.
Sıcak bir yaz günü Hagi, Galatasaray’la anlaştı. Yeni takımıyla dört lig ve finalde Arsenal karşısında kırmızı kartla oyundan atıldığı muhteşem bir UEFA Kupası şampiyonluğu yaşadı. Her zaman agresif bir oyuncuydu Hagi.
Eski takım arkadaşı Hakan Şükür’se
2003 yılında kendisine neden daha önce Avrupa’da Yılın Futbolcusu seçilmediğisorusu sorulduğunda kısa ve net bir cevap verdi:
Belki İspanya’da başarı yakalayamadan geçirdiği zamanların da bunda etkisi vardır, kim bilir! Ama şurası kesin: Kendisini en rahat hissettiği coğrafyada, Romanya’da o Avrupa’nın en son ve en büyük oyun kurucusu olarak kabul ediliyor. Hakan Şükür’ün şu sözleriyse Hagi hakkında her şeyi özetliyor:
0 yorum:
Yorum Gönder