İSPANYA
Euro 2008, 2010 Dünya Kupası ve Euro 2012… 6 senedir Dünya futbolunun zirvesinden inmeyen Boğalar bir kez daha imkânsızı başarmak için yola çıkıyor…
Dünyadaki tüm takımların şu an için tek bir hedefi var; İspanya’yı tahttan indirmek. Fakat daha önce Brezilya, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin kıyısından döndüğü ‘üçleme’yi başaran İspanya bu sefer birçoklarına göre hiç olmadığı kadar kırılgan. Takımın özünü oluşturan pas temelli sistemin kulüpler bazında tökezlemeye başlaması bir yana, İspanya’nın temel oyuncularının kariyerlerinin sonlarına yaklaşması da diğer ekiplerin iştahını kabartıyor. İspanyolların bu sefer eleme maçlarında tulum çıkartamaması ve Konfederasyonlar Kupası’nın kazanılamaması da bunu destekler nitelikte.
İspanya’nın sistemini sağır sultan biliyor. Xavi, Iniesta, Xabi Alonso gibi maestroları sayesinde topu asla rakiple paylaşmayan, tempoyu ve oyunu istediği gibi yönlendiren ve rakibi boğarak hataya zorlayan İspanya kimi zaman sıkıcılaşsa da şimdiye kadar hep istediğini aldı. B planını tahmin etmek de zor değil. Zaten 14 yaş seviyesinden itibaren önce 4-2-3-1 ardından da 4-3-3’e geçişi temel alan ve oyuncularını yaklaşık 15 yıldan uzun süredir bu yönde eğiten İspanya’nın verdiği eğitimden kaynaklanan bir biçimde Del Bosque’nin de alternatifi bu olacaktır. Del Bosque, İspanyolların ‘vites artırmak’ dediği bu geçişi hiç şüphesiz daha atak ve tempolu rakiplere karşı ve saha içinde oyunun gidişatına göre fazlasıyla deneyecektir.
İspanya’yı bekleyen en büyük zorluk ise fiziksel ve mental yorgunluk. İspanya için tempo ve presin ne denli önemli olduğu ortada ama Xavi ve X. Alonso gibi bazı oyuncuların da son derece yoğun sezonun ardından beklenen performansı sergileyip sergileyemeyecekleri soru işareti. Del Bosque, Euro 2012 finalinden önce kendisine emekli olacağını belirten Xavi’yi ikna etmeyi başardı lâkin şimdi hem en güvendiği oyuncusunu kırmadan hem de takıma zarar vermeden orta yolu bulmalı. Hakeza benzer bir durum X. Alonso için de geçerli. Özellikle daha güvenli 4-2-3-1 için savunma performansı son derece önemli olan Xabi’nin fiziksel direnci 2 yıldır sezon sonuna doğru düşüyor. Bu sezon iki de ağır sakatlık geçirdi. Xabi’nin de Brezilya’da ‘verimli’ kullanılması son derece önemli. Ve tüm sezonu kulübede geçiren Casillas… Zaten Del Bosque bunların üstesinden gelmeyi de başarırsa İspanya’nın bir kez daha şampiyon olmaması için pek bir sebep kalmıyor.
Takımın yıldızı
2010’da perdeyi kapatan ve bu sayede İspanya’ya tarihinin ilk şampiyonluğunu kazandıran Iniesta, Euro 2012’de de Turnuvanın En İyi Oyuncusu seçilerek takımı için ne denli önemli olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı. Son 2 yılda inişli çıkışlı bir grafik çizen Barcelona, bu sezon şampiyonluk için son haftaya kadar iddiasını sürdürdüyse bunun sebebi ne Messi ne de Xavi… Vakt-i zamanında “Kusuruz diye bir şey yoktur” diyen fakat muhtemelen yaptığı değerlendirmede kendini tasnif dışı bırakan Andres Iniesta’dan başkası değil. Milli takımda da Barcelona’da da takımının en büyük hücum silahı olan Don Andres gerek verdiği öldürücü paslarla gerekse hayalet misali rakip oyuncuların içinden geçerek attığı ‘gösterişsiz’ çalımlarıyla bu turnuvada da kendisi için “O bir dahi” sözlerini kullanan Del Bosque’nin en büyük kozu olacak.
Sadece diğerlerinin değil İspanya’nın da gözü daha turnuva başlamadan Diego Costa’da. Öyle ki bu sezon yıldız seviyesine yükselen 25 yaşındaki santrfor şimdiden İspanya adına ‘X faktör’ olacağını kanıtladı. Atletico Madrid’in La Liga’yı kazanıp Şampiyonlar Ligi’nde finale kadar yükselmesinde çok büyük bir rol oynayan Costa eğer turnuvaya yetişebilirse Torres ve Cesc Fabregas’ın formsuzluğu, Villa’nın sezon boyu istikrarsız oyunundan dolayı formayı kapacak ve Scolari’nin değimiyle ‘boğayı andıran’ tarzıyla İspanya’nın son yıllardaki en önemli eksikliklerinden birini de giderecektir. Kuvvetine rağmen hızı, tekniği, hava hâkimiyetiyle ileri uçta durdurulamaz bir görüntü çizen Diego Costa Brezilya’da İspanya Milli Takımı’nın hücumuna şüphesiz çeşitlilik katacaktır.
İki kez Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşamasına rağmen 2003’te ‘galactico’ olmadığı için F. Perez tarafından kapıya konulanVicente del Bosque’yi İspanya’da başarılı kılan ve oyuncular tarafından herkesin önüne konulmasına yol açan yine o ‘sade’liği. Dünya Kupası zaferinde bile ‘oyuncular rahatça kutlamaların keyfini çıkarabilsin’ diye aniden yok olan Del Bosque’nin en büyük artısı 23 oyuncunun hocası değil, 23 yakın arkadaşın babacan lideri olması. Ayrıca tam da ‘tiki-taka öldü mü?” tartışmalarının yapıldığı günümüzde bu tartışmalara en iyi cevabı verebilecek kişi olması da muhtemel. Taktiksel anlamda ‘sistemi sürekli güncellemesiyle’ de tiki-takacılar arasında bir adım öne çıkan Del Bosque’nin önündeki en büyük zorluk ise hiç şüphesiz oyuncu seçimleri olacak. Zaten bu sefer de isimlere takılmayıp sistemin sürdürülebilirliğini öne çıkarırsa takımını şampiyonluk için en önemli aday haline getirecektir...
HOLLANDA
Çok değil yalnızca iki sene önce Avrupa Şampiyonası’nda çok büyük bir hüsran yaşayan Hollanda, kadro ve oyun yapısı olarak yepyeni bir görünümle başarı için Brezilya’ya gidiyor...
1960’lı yılların sonunda Total Futbol akımıyla herkesi titreten ve futbola yeni bir soluk kazandıran Portakallar, 70’lerde kaybedilen iki Dünya Kupası finalinin ardından hayallerini gerçekleştirmeye 2010’da bir kez daha çok yaklaşmış fakat İspanya engeline takılmıştı. Ajax’tan Morten Olsen, “Eğer Hollanda yarı finalde elenseydi ülkeye dönünce linç edilirlerdi. Yalnız elendikleri için değil sergiledikleri rezalet oyun tarzından dolayı…” derken; kaybedilen finalin ardından da Johan Cruyff, “Bu çirkin, adi, sert, kapalı, göze neredeyse hiç hitap etmeyen ve futbol olarak adlandırılamayacak bir tarz… Kazansalardı yine de memnun olacaklardı ama bir de üstüne kaybettiler.” diyerek Bert van Marwijk ve öğrencilerini topa tutmuştu. Van Marwajk’ın takımı 2010’da görece başarılı kılan ama ‘beklentileri’ karşılayamayan bu sistem de istikrarı sağlayamayıp Euro 2012’de çuvallayınca Van Gaal ile yepyeni bir döneme giren Hollanda, bu iki seneyi son derece verimli geçirdi ve şimdi çok daha genç, dinamik, kendi özüne bağlı bir sistemle turnuvaya geliyor.
Grup maçlarında oynadığı 10 karşılaşmanın 9’unu kazanan ve sadece bir beraberlik elde eden Hollanda, Van Gaal ile adeta bir gol makinesini andırırcasına 34 kez rakip fileleri havalandırdı ve Almanya’nın ardından grupların en fazla gol kaydeden takımı oldu. Fakat genellikle 4-3-3 ile sahaya yayılan ve topa hükmeden bir tarzda rakibi boğmayı tercih eden Hollanda’da Van Gaal’in sisteminin önemli iki parçası sakatlıktan dolayı turnuvayı kaçıracak. Van der Vaart ile Strootman’ın yokluklarında Van Gaal’in üreteceği çözümün yanı sıra -Ekvator ile oynanan son hazırlık maçında 3-5-2’yi denedi- özellikle takımın arka tarafını oluşturan görece genç isimlerin turnuva boyunca vereceği tepkiler (bu noktada Van Gaal’in 95’te Şampiyonlar Ligi’ni aldığı takımın kadro yapısını unutmamak da lazım) Hollanda adına belirleyici olacak. Tabii, gruptan çıkılması halinde olası bir Brezilya eşleşmesinden kaçınmayı başarmak da…
Manchester United’ın geçirdiği hayal kırıklıklarıyla dolu sezonda 3 kez sakatlanıp farklı periyotlarda takımını yalnız bırakan Robin van Persie, milli takımda ise son derece istikrarlı ve rakipler için korkutucu bir performans sergiledi. Oynadığı 9 grup maçının 8’inde rakip fileleri havalandırmayı başaran ve kaydettiği 11 golle sadece Hollanda’nın değil Avrupa Elemeleri’nin de en golcü oyuncusu olmayı başardı. Fakat Macaristan karşılaşmasında yaptığı hat-trick ile Patrick Kluivert’i geride bırakıp Hollanda’nın gelmiş geçmiş en golcü ismi olan Van Persie’nin çok daha önemli bir misyonu var; bu genç takıma saha içinde liderlik etmek. Louis van Gaal’in gelişinin ardından kaptanlığa yükseltilen Van Persie, eğer gerçekten söylediği gibi sakatlığını %100 atlattıysa ve genç takım arkadaşlarını kriz anında saha içinde yönetmeyi başarırsa Hollanda’nın turnuvanın favorilerinden olmaması için hiçbir sebep kalmıyor.
1995’te Louis van Gaal’in çalıştırdığı ‘genç’ Ajax, Milan’ı devirip uzun yılların ardından Avrupa’nın zirvesine çıktığında Hollanda ekibinin formasıyla sahaya çıkan en yaşlı isim Danny Blind’dı. O finalin ardından yaklaşık 20 sene sonra ise Van Gaal’in yine en güvendiği isimlerden birinin adı da Blind. Daley belki zamanında babasının sunduğu tecrübe ve takım liderliğini sağlayabilecek kapasitede değil ama birçok pozisyonda hakkıyla görev alabilmesi sayesinde Van Gaal’in elini en fazla rahatlatan, Hollanda’nın maç içerisinde istediği esnekliği sunabilen bir isim. Sol bek, stoper ve ön liberoda rahatlıkla oynayabilen, ihtiyaç halinde sağa ve sol ortaya da geçebilen Daley Blind, ayrıca saha görüşü, oyun bilgisi ve bu sayede de Hollanda için son derece önemli olan ‘topu oyuna sokma becerisi’ sayesinde fark yaratacak isimlerden biri. Dahası çok yönlülüğü sayesinde Van Gaal’in 4-3-3, 3-5-2, 5-3-2 geçişleri konusunda da hocasının elini fazlasıyla rahatlatıyor.
2000 senesinde Hollanda’nın başına büyük ümitlerle getirilen Van Gaal, o dönem basın toplantısında “2006’ya kadar sözleşme imzaladım. Böylelikle Dünya Kupası’nı sadece 1 değil, 2 kere kazanabileceğim.” demiş lâkin Hollanda’yı 2002’deki Dünya Kupası’na bile götürmeyi başaramamıştı. Aradan 10 seneden fazla geçti belki ama Van Gaal hâlâ aynı Van Gaal: Yaratıcı, dominant, saldırgan, açık sözlü, kibir seviyesinde kendine güvenen, nevi şahsına münhasır… Zaten bu özelliklere sahip olmasaydı 2012’nin ardından Hollanda’yı ayağa kaldıramazdı. Van Gaal ise bununla kalmadı, 2 sene gibi kısa bir süre içerisinde adeta takımın çehresini değiştirip yepyeni bir Hollanda yarattı. Hollanda’nın başındaki son macerasında, artık Dünya Kupası zaferi için tek bir şansı var. Başarabilir mi, hep birlikte göreceğiz.
ŞİLİ
Hollanda ve İspanya gibi kupanın favorileri arasında gösterilen iki büyük takımla aynı gruba düşmüş olmalarına rağmen pek çok otoriteye göre Dünya Kupası’nın gizli favorisi. Elde edeceği başarıdan ziyade futbol kültürüne sunacağı farklılık ise onları çok daha değerli kılıyor
Şili’yi Marcelo Bielsa yönetiminde gerçekleştirdikleri 2010 Dünya Kupası performansı, akıllara durgunluk verecek hareketlilikteki 3-4-3 ile diğer bütün takımların dışında bir yere koymamıza sebebiyet verdi. Kadronun ortalama teknik kapasitesinin yüksek oluşu ve teknik adamları onları saha içi organizasyonlarında devrimsel açılımlara itti. Arjantin ve Kolombiya’nın ardından Güney Amerika grubunu üçüncülükle bitiren Şili’nin hazırlık karşılaşmalarında İspanya ve Almanya karşısında ortaya koyduğu futbol, onların düştükleri zorlu gruba rağmen neden kupanın favorileri arasına ismini yazdırmayı başardığını anlatmaya yetti. Güney Amerika’nın “değişik” takımı Şili teknik kapasitesi yüksek ve futbol çağının en güzel yaşlarında olan yıldızlarıyla gösterişli futbol oynamayı başarırken en büyük kozu ise Dünya Kupası’nın favorileri arasında yer alan büyük takımların dahi sistemini bozacak hareketliliğe sahip agresif oyun tarzı. Futbolu çirkinleştirmeden rakibin oyununu bozacak beceriye sahip olması bir yana topa sahip olduklarında gerçekleştirdikleri hızlı hücumlarla izleyicileri de mest etmeyi başarıyor.
Şili Devlet Başkanı’nın dahi “Onun Dünya Kupası’na hazır olması için her şeyi yapacağız” açıklamasında bulunduğu Juventus’un orta sahası Arturo Vidal Şili’nin en büyük kozu. Saha içerisinde takımı yönlendiren, savunmayı güçlendiren ve orta sahada oynamasına rağmen elemelerde attığı 5 golle takımın skor gücünü de üzerine alan oyuncu kısacası takımın her şeyi. Sakatlığı sonrası kupaya yetişen oyuncunun varlığı ve yokluğu arasındaki dev uçurum Şili’nin bugünlerdeki en büyük sorunu. Bielsa yönetiminde doksan dakika içerisinde sol bek sol iç ve sol açık oynama başarısını gösteren Vidal’in futbol çağının en olgun döneminde olması bir yana Juventus ile İtalya’da oldukça iyi bir sezon geçirmesi de zorlu grupta Şili’ye ikinci tur için umut veriyor.
Alexis Sanchez Barça’nın düşüşte olduğu bir sezonda 34 maçlık lig performansına 19 gol 12 asist sığdırdı. Şili’nin elemelere kötü başlayıp muazzam bir çıkışla Dünya Kupası biletini alması gibi Sanchez’in de günden güne formunu yükseltip turnuvaya formda gelmesi Şili’nin ev sahibi olduğu 1962’de yaşadığı yarı final başarısını tekrar etme konusunda umut aşılıyor. Kadro içerisinde gollerin takımın her bölgesinde oynayan oyunculara eşit bir şekilde dağılımı belki Sanchez’in skor üretme konusunda üzerindeki baskıyı azaltıyor lakin kırılma noktalarında büyük takım tecrübesiyle göstereceği performans Şili’nin gideceği yolun uzunluğunu belirleyecek. Vidal ile beraber takıma liderlik etmesi beklenen yetenekli oyuncu Dünya Kupası’nın yıldız adayları arasında yer alıyor.
2011 yılında kazandığı Copa Sudamericana’nın yanı sıra 2012 yazında Universidad de Chile ile şampiyon olmasından sonra Arjantinli teknik adam Jorge Sampaoli Şili’nin başına getirildi. Borghi ile oynanan ilk üç eleme maçını da kaybeden Şili’nin başında çıktığı 17 maçta maç başına 2 puan ortalamasını yakalayarak dipte aldığı takımın Dünya Kupası’na katılım hakkı kazanmasını sağladı. Etkilendiği ve örnek aldığı vatandaşı Marcelo Bielsa’nın inşa ettiği 2010 Şili’sini ufak dokunuşlarla felsefe değişikliği yaparak yeniden diriltti. Defansif dozu yüksek ve kontraya dayalı oyun anlayışına sahip olan öncülü Claudio Borghi’nin takımında orta dörtlünün savunmaya yakın duruşundan kaynaklanan ileri ucuyla arasındaki o büyük boşluğu ortadan kaldırarak çok daha hızlı, kompakt, pres gücü yüksek ve enerjik bir takım yaratarak başarıyı sağladı.
AVUSTRALYA
Avustralya turnuvanın en zayıf ekiplerinden biri ve belki de en zor grupta yer alıyor. Puan almaları dahi çok güç olacak; ama taraftarları ve Ange Postecoglou’nun getirdiği yeni oyun stiliyle yine de turnuvanın iz bırakan takımlarından biri olabilirler
FIFA dünya sıralamasında 59. sırada yer alan Avustralya, Brezilya’ya giden ülkeler arasında en düşük puanlı olanı. Üst üste üçüncü kez Dünya Kupası’na katılacak olan Kangurular, altın jenerasyondan oyuncuların bir bir emekli oluşuyla her sonraki kupada kendilerini daha zayıflamış hâlde buldular, ve şu anda, en güçsüz hâlleriyle karşımızdalar. 6-0’lık Fransa ve Brezilya mağlubiyetlerinin ardından geçtiğimiz ekim ayında göreve gelen Ange Postecoglou, takıma bambaşka bir hava getirmeyi başardı ve genç, dinamik, yeni bir takım vaadinde bulunuyor. 4-2-3-1 diziliminde, süratli kanat oyuncularını çabuk bir biçimde kaçırmayı düşünen, direkt, agresif, ülkenin spor kültürüne uygun bir stilin peşindeler ve Ekvador’a karşı ilk yarıyı 3-0 önde bitirdiklerinde, ne kadar iyi olabileceklerini herkese gösterdiler. Fakat takımın en önemli hücum silahı, hâlâ, altın jenerasyonun son kalan üyelerinden 34 yaşındaki Tim Cahill; ve gidecekleri çok yol var. Ekvador’dan da ikinci yarıda 4 gol birden yemiş ve maçı 4-3 kaybetmişlerdi.
Tim Cahill takımın gol ayağı ve en kilit oyuncularından biri. Artık kariyerine ABD’de devam eden tecrübeli orta saha oyuncusu, milli takımda forvet olarak değerlendiriliyor. Everton’da David Moyes’un Fellaini öncesi ‘forvet arkasında doğru yerlere koşu yapan, hava toplarına hakim, golcü orta sahasını oluşturan Cahill, geleneksel bir forvet değil; fakat bir golcünün sezilerini ve tutkusunu taşıyor. Elemelerde Avustralya’nın en golcü oyuncusu olmayı başardı ve her zaman, duran toplarda çok önemli bir silah olabilir. Takım kaptanı Mile Jedinak da, saha içi liderliği ve hızlı hücumları başlatacak keskin ilk paslarıyla bir diğer önemli isim. Aynı zamanda takımın en formda oyuncusu; Crystal Palace’da harika bir sezonu geride bıraktı.
Güçlü rakipleri karşısında kendi oyunlarını biraz olsun göstermeyi başarabilirlerse, seyircinin ilgisini çekecek baş aktörler yeni nesil, patlayıcı kanat oyuncuları olacak. Leverkusenli Kruse sakatlığı nedeniyle turnuvayı kaçırıyor ve son olarak, Kewell’dan bu yana ülkenin gördüğü en yetenekli oyuncu kıyaslamaları yapılan Rogic de aynı nedenle 23 kişilik kadraja girmeye başaramadı. Fakat Leckie ve Oar hâlâ değerli silahlar olabilirler. Utrecht’te forma giyen Tommy Oar’ın birebirde adam geçme başarısı ve Cahill’e açacağı ortalar, Avustralya hızlı hücumları için fazlasıyla değerli. Avustralya’nın ‘tanınmadık’, potansiyelli gençleri için Dünya Kupası çok değerli bir sıçrama tahtası.
Avustralya liginde 4 kez şampiyonluk yaşayanAnge Postecoglou, ülkenin en başarılı futbol adamlarından biri. Sadece kazandığı şampiyonluklar değil, oynattığı hücum futboluyla da büyük beğeni toplayan Atina doğumlu hoca, takımın stilini değiştirmeyi ve daha önceki ‘sıkıcı’ görüntüsünden de kurtarmayı başarmış durumda. A-League’i en iyi bilenlerden biri olarak yerel ligden daha fazla oyuncuya forma şansı veriyor ve hatta, Brisbane Roar’lu Franjic, Luke Wilshere gibi 80 kez milli olmuş bir oyuncunun önünde yer alabiliyor. 5 yıllık sözleşmeye imza atan Postecoglou’nun sempatik yaklaşımı ve yenilikçi oyun tarzı, futbolun hiçbir zaman bir numaralı spor olmadığı bu ülkede, oyuna olan ilgiyi de ciddi ölçüde arttırabilir.
0 yorum:
Yorum Gönder